logo
Giriş yap
Etkinlikler
BloglarKulüpBağış
Giriş yap
image

Dimitri-2

Bu şehir bana daha küçük yaşta yalnızlığı öğretmişti. Bir o kadar da hayal kurmayı ve hayallerimi gerçekleştirmek için de çabanın değerini öğrenmiştim büyüyen bedenimle.

5 dk

1

0

Bu şehir bana daha küçük yaşta yalnızlığı öğretmişti. Bir o kadar da hayal kurmayı ve hayallerimi gerçekleştirmek için de çabanın değerini öğrenmiştim büyüyen bedenimle. Koca çınar ağacının yaprağındaki belirgin çizgiler gibi kaşımı çatmaktan alnımdaki çizgilerde çınarın yaprağı gibi çizgi çizgi olmuştu. Annem mutfakta akşam yemeği hazırlığındaydı. Hava soğuktu. Fırtına sesi bazen ne de korku veriyordu insana. Ağaçların kolları bir sağa bir sola savruluyordu insana bir şeyler fısıldarcasına. Bazen de bir çığlığa karışıyordu fırtına sesi. Rüzgârın getirdiği bahçedeki poşetler özgürlüğe uçuşur gibi uçuyorlardı durmadan. Kediler mahzun bir şekilde miyavlaşıyorlardı. Acaba dedim; evleri var mıdır? Umarım başlarını sokacak bir evleri vardır diye mırıldandım. Annem:

-Ne oldu Dimitri, bir şey mi söyledin?

-Yok, sana değil dışardaki kedilere temennilerde bulunuyordum, dedim. Ah siyah incim, iyi yürekli oğlum, dedi tebessüm ederek. Zaten annemin de bana son tebessümüymüş bu. Bir daha bana böyle tebessüm etmedi canım annem. Hasan biraz yüksek sesle, biraz da heyecanla bana sesleniyordu:

-Dimitri, hadi gel babam seni çağırıyor, diyordu. Salih amca bu saatlerde beni çağırmazdı. Çünkü fırından ekmeğin çıkmasına bir saat vardı. Tamam, dedim Hasan’a. Annemden geç kalmamak şartıyla izin aldım. Üzerime cepleri birkaç kez elden geçmiş, fermuarı maviyken griye dönüşmüş baya bir eskimiş montumu giydim. Bu montu giyerken bazen utansam da; annemin bu denli fedakârca çalıştığı aklıma gelince bu utanmanın yerini bütün bedenimle gurur kaplıyordu. Hasan beni kapıda bekliyordu. Hemen ayakkabımı giyip hızlı hızlı adımlarla fırına doğru yürümeye başladık. Hasan:

-Dimitri, şuan en çok neyi isterdin, dedi?

-Bilmem, çok hayal kurmayı beceremem bilirsin dedim. Hasan:

-Bunu görünce çok mutlu olacağına eminim, dedi. Şimdiye kadar annem harici kimse beni mutlu etmek için bir şeyler yapmamıştı. Biraz heyecan kaplamıştı yüreğimi. Ne olabilirdi ki? Fırına geldiğimizde Salih Amca her zaman ki gibi beni tebessümle karşıladı:

Ne haber kıvırcık, dedi saçlarımı okşayarak. Yanağımdaki gamzeler iyice belirginleşirken tebessüm ediyordum. Hasbihal ettik biraz. Sonra, bir paket çıkardı Salih Amca. Al bakalım Dimitri bu senin için, deyince mutluluktan uçuyordum sanki. İlk defa birileri bana bir hediye almıştı. O mutluluğumu ifade edemedim hiçbir zaman ama üzüntümü de tabiki. Oysa Hasanlar memlekete taşınıyorlarmış. Salih Amca da Hasan’la hatıra olsun diye mavi bir mont almışlar. Mutluluğun yerini hemen üzüntü kapmıştı bir hırsız gibi. Göz çanağımdaki birikmiş damlaları paketin üzerine öylece koyuvermiştim. Hasan, üzülme Dimitri yazları belki memlekete bize ziyarete gelirsin, dedi. Hasan için taşınma bir mutluluktu. Hasan nereye gitse bir arkadaş ortamı olurdu fakat benim tek arkadaşım Hasan hayatımdan çıkacaktı. Salih Amca, Hasan üçümüz kocaman kocaman sarıldık birbirimize. Salih Amca adresini, telefonunu yazıp bana verdi. Üç gün sonra gidiyorlarmış. Yine öylece kaldım kimsesiz. Hasan beni evin kapısına kadar getirdi. Üzülme, mektuplaşır birbirimizi telefonla ararız dese de teselli sözleri değildi bunlar benim için.

Kapıdan içeri girdiğimde annem beni yüzü düşmüş bir şekilde karşıladı. Kendi üzüntümü unutuvermiştim annemi öyle görünce. Ne oldu anne, dedim. İri siyah gözleri buğulanmıştı. Yok, siyah incim, dedi. Sarıldı bana. Bu sarılış her zamankinden farklıydı. Sanki bir şey vardı annemde. Ne kadar ısrarcı olsam da söylemedi annem. Yeni montumu görünce o kadar mutlu oldu ki, hemen giydirdi. Eminim okulun en yakışıklı çocuğu sen olacaksın diye beni güldürmeye çalıştı.

Aradan birkaç hafta geçti. Halen Hasan’ın ve Salih Amcanın yokluğuna alışmaya çalışıyordum. Annem kendi elleriyle diktiği beyaz çarşafın üzerine serpiştirilmiş çiçeklerle süslenmiş pikeyi üzerimden usulca kaldırdı: “Hadi siyah incim, okula geç kalıyorsun. Akşam konuştuğumuz gibi. Okula artık gitmelisin. Etrafındaki söylenenlere kulak asmayacaksın”, diyerek bana uyarılarda bulunuyordu. Anneme karşı hazırlıksız yakalanmıştım. Çok ısrarcı görünüyordu. O yüzden oflamadan, puflamadan kalktım yatağımdan. “Bak senin en sevdiğin poğaçayı yaptım okulda yersin”, diye sesleniyordu mutfaktan. Fırınımız olmadığı için poğaçayı tavada pişiriyordu. İstemesem de hazırlandım. Dişlerimi her sabah özenle fırçalıyordum. Ne de olsa vücudumdaki en beyaz yer dişlerimdi. Ona iyi bakmalıydım. “Hadi Dimitri, geç kalıyoruz”, diye annem sesleniyordu. Sen çık anne, ben çıkarım dedim. “Hayır, seni okula ben bırakacağım, diye ısrarına devam etti. Bugün annemden kurtuluşum yoktu sanırım. Açması da kapaması da zor olan evin kırık dökük, biraz da pas kokan kapısını kilitledi annem. Annemle okula doğru yürürken mahalledeki çocuklar daha sokağın başındayken başladılar; “hayırdır, siyahi okula mı? Sen okula gider miydin, arkadaşın bile yok sınıfta, sıkıcı olmaz mı? Bence sen evine geri dön.” diye sataşıyorlardı. Annem aldırış etmemem için ellerimden tutup parmağımı usulca sıktı. Sizin gibi sıkıcı çocuklarla arkadaş edineceğime arkadaşım olmasın daha iyi diye yanıt verdim. Oooo, bak sen. Cevap vermeyi de öğrenmiş” diye pişkin pişkin sırıtıyorlardı. Okul kapısında beni bırakarak ayrıldı annem yanımdan.

Annem gittikten sonra eve dönüp dönmemek arasında kaldım. Annem çok üzülürdü. Sınıfa derse katılmak için onun hatırına girdim. En arkaya bir sıraya oturdum. Sıranın arkasında hemen bir pencere vardı. Pencerenin demirlerine kuşlar konardı. Bugün de aynen kuşlar gelip konmuştu pencerenin demirlerine. Teneffüste dışarı çıkmadım. Anemin çantama koyduğu poğaçadan koparıp pencerenin önüne koydum yesinler diye. Sınıftaki bir kaç çocuk yanıma gelip; “sen önce aç karnını doyur” diye beni aşağılamaya başladılar. Göz çanağıma kadar gelen göz yaşlarımı, kendimi sımsıkı tuttum. Diğer çocuk; adı Yasin olan arkamdan montumu tutup şapkasının epeycesini çekince kopardı. Beni sıranın üstüne itti. Dayak yediğime üzülmedim ama Hasan ile Salih Amcanın aldığı mont benim için çok değerliydi. Bu montu yeni almışlardı. Üzüldüm ama üzüntümü de çok belli etmeyecek kadar eyvallahsız bir duruşum vardı. Bende yine yıkıla yıkıla birkaç tekme yedim Yasin ve diğerlerinden. O arada kapının gıcırtısıyla bir adam girdi içeri. Ben sıranın üstünde öylece sereserpeyken kolumdan tuttu. “İyi misin yavrum” dedi. Şaşkındım, beni suçlamamıştı. Elindeki su şişesini bana uzatıp; “bir yudum su al, kendine gelmeni sağlar” dedi. Şaşkınlıkla elindeki şişeyi alıp bir yudum su içtim. Teşekkür ederek su şişesini geri uzattım. Şişeyi uzatırken uzun boylu, gözleri ela, saçları kumral, zayıf yüzü bana tebessümlü bir şekilde bakıyordu;

-Adın ne senin diye sordu. Bir cesaretle;

-Dimitri efendim, dedim.

-Ben de yeni matematik öğretmeniniz Furkan, dedi.

-Memnun oldum hocam dedim.

-Sen buralı değilsin galiba, dedi.

-Evet efendim; Afrika’dan göç ettik.

-Hoş geldin ülkemize Dimitri deyince göz çanaklarımda biriktirdiğim gözyaşlarını salıvermiştim özgürlüğüme.

-Ne oldu Dimitri, kavgayı kim başlattı, diye sordu. Diğer çocuklar hep bir ağızdan beni gösterdiler. Furkan öğretmen bütün sınıfa şöyle baktı. Sonra; “ben kapıda gördüm kimin başlattığını. Bence Yasin bir erdemlilik yapıp Dimitri’den özür dilemeli”, dedi. ilk defa birileri yargılamadan, sorgulamadan bana saygı duymuştu. Yasin zoraki de olsa benden özür diledi. Hepimiz sıralarımıza oturduk. Gözlerim buğulu, bir o kadar da hayranlıkla matematik öğretmeni Furkan hocayı izliyordum.

Evet, sevgili okurlar. Hikâyenin üçüncü bölümünde görüşmek dileğiyle hoşça kalın. Dimitri’nin hikâyesini merak ediyorsanız beni takip etmeye devam edin.

logo

Sessizlik, özgürlüğün en büyük düşmanıdır.

Platformlar

Trend RightsKunsthalteMinimierLotus vd MediaAkademiRhythmic Dreams

Copyright © 2025, Vakıf. Tüm hakları saklıdır.