
Siz hiç kendi kendinizden gittiğiniz oldu mu, ya da ölürken bile yalnızlığın dibine kadar vurdunuz mu hiç? Siz hiç yaşamaktan da, ölmekten de korktunuz mu?
Siz hiç kendi kendinizden gittiğiniz oldu mu, ya da ölürken bile yalnızlığın dibine kadar vurdunuz mu hiç? Siz hiç yaşamaktan da, ölmekten de korktunuz mu? İşkenceye dayanamayıp gözlerinizi kapadınız mı sonsuzluğa? Sizler hiç hücre köşelerinde çürümeye bırakılmış hayatlara şahit oldunuz mu ya da duydunuz mu soğuk zindan koridorlarında çocuk çığlıklarını. Özgürlüğe susamış bedenlerini sarıp sarmaladınız mı taa içten? Ah çocuklar, ahh çocukluğum, ellerimden kaybolup gidişin. Ah o gidişin var ya bir daha hiç gelmeyişin. Ne geçmişe kulak asıp hayatımı zindan ettim, ne de geleceği düşünüp hayal kurdum. Hep anı yaşadım. Gözlerimi sonsuzluğa kapatırken bile o an neyi hissetmem gerekiyorsa onu yaşadım. Gökhan hoca; arkadaşlarıyla ve öğrencileriyle iyi vakit geçiren espritüel, ömrünü değerlerine ve eğitime adamış bir dava adamıydı. Ne mi oldu, insanlığın dramı oldu.
Bir gece vakti kapı bir yandan çalıyor, diğer yandan da kapıyı kırmaya çalışıyorlardı. Kapıya yöneldi, açmaya kalmadan içeriye bir takım siviller ve üniformalı polisler girdi. Neye uğradığına şaşırmış bir vaziyetteydi. Onu kolundan tutup ters kelepçeyle yere yatırdılar. Ne oldu memur bey diye sorarken, minarede sala sesleri yükselmeye başladı. Gayri ihtiyari hayırdır inşallah, dedi. O an belinin ortasına vurulan sert yumrukla kendine gelmeye çalıştı. Sivilin biri, hayrı karakolda görürsün diye onu tehdit etti. Evini arama yaparken talan ettiler. Arama esnasında; eşinin çeyiz sandığını açarak içindeki çizgi film karakterinde çizilmiş el işi modelinde suç unsuru aradılar. Eşi ara ara el işi yapardı. El işi yaparken zaman zaman çizgi film karakterlerini de kullanırdı. Bunda bile suç unsuru aradılar. Alllah’tan çocukları yaz tatili nedeniyle memlekete gitmişlerdi. Bu anı çocukları yaşamadığı için şükretti. Canını acıtasıya onu kolundan tutup apar topar bindirdiler büyük bir araca. Araçta pencere tarafına oturttular. Dışarıda bir kargaşa vardı. İnsan kalabalıkları görülüyordu her yerde. Hala ne olduğunu anlamış değildi.
Emniyete geldiğinde her yer insan kaynıyordu. Onun gibi ters kelepçe takılmış yüzden fazla insan vardı içeride. Onu da insanların içine ittiler. İçlerinde tanıdığı üç, beş arkadaşı vardı. Hayırdır hocam, neden buradayız diye sordu tanıdıklarına. Tanıdığı arkadaşı, gözleri dolu dolu olmuş bir ifadeyle; silahlı terör örgütünden suçlanıyoruz Gökhan hocam deyince olduğu yerde kalakaldı öylece. Terör örgütü ha, tebeşirden, kalemden başka bir şey bilmeyen bu eller birilerini öldürmekle mi suçlanıyor şimdi? Bu ellere haksızlık değil mi diye tepki gösterdi. Gözleri dolu dolu, boğazı kilitlenmişti sanki.
Siyasi iradeye itaat etmedikleri için intikam operasyonuyla Gökhan Hocaya ve binlerce, on binlerce insana iftira atarak operasyon yapmışlardı. O an kendine geldiğinde ayağa kalkıp; bu iftiraları kabul etmiyorum, benim ellerim sadece kalem tutar silah değil, diye bağırmaya başladı. Aynı sivil kıyafetli kişi gelip Gökhan Hocayı arkadaşların yanından alıp binanın bodrum katında rutubetli bir odaya koydu. Kuru betondan başka hiç bir şey yoktu odada. Kendini dizginleyemiyordu; sanki her yeri felç geçirmiş gibi eli, kolu tutmuyordu. Beyninde feryatlar, çığlıklar kopuyordu adeta. Sanki bir çığın altında kalmışçasına bir ağırlık vardı üzerinde. Belli bir süre hiç kıpırdayamadı olduğu yerde. Ara ara; silahlı terör örgütü ha, diye sayıkladı durdu. Ellerinden defalarca özür diledi. Sana bu iftirayı atanları Allah’a havale ediyorum, diyordu.
Bir kaç saat sonra odaya yüzü maskeli, sivil kıyafetli dört, beş kişi girdi. Daha kendini savunamadan ağzından, burnundan kanlar gelene kadar coplarla dövdüler. Sonra küfürler, hakaretler ederek çekip gittiler. Kendine gelmesi sabahı bulmuştu. Gözlüğünü aradı bir ara sürüne sürüne. Gözlüğü onun kıymetlisiydi. Ne dersler anlatmıştı, kitaplar okumuştu gözlüğüyle. Bir nevi dostluk, yarenlik ediyordu gözlüğüyle ama işkence esnasında kırılmıştı maalesef. Göz yaşlarına hakim olamıyordu. Allah’tan sadece sabır ve yardım dilemekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Ertesi gün tekrar geldiler. Avukatıyla görüşmek istediğini söyledi. Ancak görüştürmediler. Suyu, yemeği aramamıştı ama namazına bile müsaade etmemişlerdi. Yine kıpırdamayacak kadar sopalarla dövdüler onu. Bir günde kendine zor gelmişti. Beton üzerinde uyuyordu. Bir ara iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti. Yattığı yerde duvarlara baktı. Oda adeta dönüyordu. Her yer grileşmişti sanki. Bir ara ellerine dokundu hıçkırıklarla. Ellerini yüzüne sürdü. Bana ahirette şahitlik eder misin dedi ellerine. Bir ara eşi, çocukları, öğrencileri, sevdiği dostları, annesi, babası, kardeşleri geldi aklına. Acaba bir daha görür müyüm diye aklından geçirdi onları. Doya doya sarılabilir miyim evlatlarıma, öğrencilerime, dedim kendi kendine. Hıçkırıklarına hakim olamıyordu.
Ertesi gün zoraki de olsa eşi temiz çamaşırlarını göndermiş. Temiz çamaşırlarını giyindi. Elini cebine attığında bir not vardı. Hemen heyecanla okudu yazılan notu. Notu yazan eşiydi. Kendilerini merek etmemesini, iyi olduklarını ve sabırlı olması gerektiğini ve onu çok sevdiklerini yazıyordu. Göz yaşları ıslatmıştı eşinin yazığı not kağıdını. Not kağıdını eşofmanın cebine koydu. Şükretti Allah’a; iyilermiş dedi defalarca. Sonra kapı açıldı, görevliler içeriye girdiler. Dayak ictiması yine başlamıştı. İşkencenin türlüsünü üzerinde uyguladılar. En sonunda dayanamadı. Tamam, benim hakkımda ne istiyorsanız imzalayacağım, dedi acıyla. Olmaz, dediler; isim vereceksin, örgüt üyelerinin isimlerini, dediler. Kendisine atılan iftirayı bir başkasına atmamak için 12 gün boyunca işkenceye dayanmaya çalıştı. Ölürüm de kimseye iftira atamam, dedi sesinin çıktığı kadar. Dediklerini yapmadığı için işkencenin dozuna attırdılar. En son ki işkencede eşi, çocukları ve sevgili öğrencileri geldi gözünün önüne. Yerde sere serpe kaldı öylece. Gözlerini açmakta zorlanıyordu. Nefes alış verişleri yavaşladı. Beyninden uğultular geliyordu sanki. Ölümle yaşam arasında gitti geldi bir ara. Cuma sabahı yavaş yavaş nefes alış verişleri tamamen durdu. Son nefesini verirken; şahit ol bu eller, şahit olun dört duvar, yattığım soğuk beton, sevgili dostum, yarenliğimi yapan gözlüğüm, diyordu içinden. Bütün uzuvlarım şahit olun ahirette bana. O yol çetin, o yol sonsuzdu artık. Bana ve benim gibi insanlara yaşatılanlara şahit olun. Artık sonsuzluk vakti. Rotasını sonsuzluğa çevirmişti. Hoşcakalın sevdiklerim, dostlarım hoşcakalın diyordu.
Bir gün umut ediyorum ki; Gökhan Hoca gibi işkencede vefat edenler, hücrede çürümeye mahkum bırakılanlar, özgürlük yolculuğunda Meriç’ten geçerken suda nefessiz kalanlar, haksızca, adaletsizce ihraç edilip vatan haini ilan edilenler bir kahraman olarak tarihe geçecekler. Buna kalpten inanıyor ve tez zamanda gerçekleşmesini umut ediyorum.
Evet sevgili okurlar; bazen hafife alıyoruz ya özgürlük naralarını. Şimdi siz karar verin; özgürlük kime göre, neye göreydi.
Dip not; Gökhan hocanın işkencede kırılan gözlüğü, Almanya eyaletinde tenkil müzesinde sergilenmiştir.