logo
Giriş yap
Etkinlikler
BloglarKulüpBağış
Giriş yap
image

Tutsak - 2

Beynimde tınlayan bu sesleri susturamıyordum. İşte, yine o sesler; sıraya, sıraya, haydi sıraya. Sayım vakti diyorlardı gelenler.

5 dk

1

21

Munis bir ses tonuyla anlatmaya başladı;

Tık , tık , tık, yine o sesler. Kulağımı kapatıyorum o sesleri duymamak için ama nafile. Beynimde tınlayan bu sesleri susturamıyordum. İşte, yine o sesler; sıraya, sıraya, haydi sıraya. Sayım vakti diyorlardı gelenler. Sabah içtiması başlamıştı. Sabah olduğunu sadece bu seslerden anlıyordum; bir de yediğim sopalardan. Tık, tık, içeri giren Muzaffer gardiyan deli diye alay ederdi benimle. Hadi, geç duvara sayım var diye bağırıyordu. Kardeş, burada benden başka kimse yok, sayıma ne lüzum var demeye kalmadan ağzımdan burnumdan kan gelene dek döverdi. Sonra;

Yine çizmişsin kızının resmini duvara. Hem konuşuyor, hem de duvardaki resmi siliyordu. Görevlerini tamamladıktan sonra yine kaldım bir çuval gibi hücrenin ortasında. Kaşım patlamıştı. Birazdan kalkacağım; kızımın resmini yine duvara çizecektim ağzımdan burnumdan gelen kanlarla. Kızım, Zeynebim nede çok, özlemiştim onu. Son zamanlarda hasreti daha da büyümüştü yüreğimde.

Ertesi gün yan hücreye gencecik bir delikanlı getirmişlerdi. Ben Harbiyeliyim, ben Harbiyeliyim, diye bağırıyordu. Hücrede on gün kadar kaldı. Ben Zeynep'im türküsünü söylerken hücrede kalan arkadaşlar eşlik ederlerdi. Birbirimizi görmesek de türküde buluşup hep bir ağızdan Zeynep'im türküsünü söylüyorduk. Sesimizi duyan gardiyanlar kapılara yine çoplarla vuruyorlardı susmamız için. Susun, susun, susun diye bağırıyorlardı. Biz susuyoruz, bu defa da genç başlıyordu; acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimizde. Çok da güzel sesi vardı. Fakat on gün sonra götürdüler. Nereye gittiği konusunda maalesef haber alamadım.

Elini göğsünün üstüne koydu bir an; efendim yoruldunuz mu? İçin şu suyu lütfen. Suyu verirken yabancıya elim titrediğini hissettim. İçimden, kalbimden; aman Allahım bu adam da ne yaşamış böyle. Bu yaşadıkları barbarlıktan başka bir şey değil diye dakikalarca konuştum kendi kendime. Yabancı kendine biraz geldikten sonra sesim titrek bir şekilde, efendim siz nasıl cezaevine düştünüz? Başını kaldırdı, gözlerinden gelen yaşları sildi ve devam etti;

Adım Mehmet. Ben ve eşim öğretmendik. Mutlu, huzurlu, mütevazi bir hayatımız vardı. Bir de dünya tatlısı kızımız, Zeynep'imiz vardı. Evlendikten on yıl sonra evlat sahibi olduk Ümranla. Zeynep'i gözümüzden bile sakındık büyütürken. Çok mutlu bir aile hayatımız vardı. Ta ki, o gece gelene dek. Bir gecede bir tek bizim değil, binlerce, on binlerce insanın aileleriyle beraber hayatları değişmişti. Gecenin bir vakti okunan salaların sesiyle irkildim; hayırdır inşallah deyip durdum kendi kendime. O sırada kapı çalınmaya başladı kırılırcasına. Kapıya yöneldim, açmaya kalmadan bir takım siviller içeriye girdiler. Ellerimi arkadan kelepçeleyip yere yatırdılar. Üniformalı, sivil, karışık evimin içine bir sürü polisler dolmuştu. Şaşkındım, eşim Ümran’ın arkasında kızım, Zeynep'im çömelmiş, korkudan gıkı bile çıkmıyordu. Ne olduğunu soruyordum ama cevap bile vermiyorlardı. Beni yerden kaldırıp evin dışına çıkardılar. Bir sürü polis aracı vardı bahçenin kapısının önünde. Birine beni bindirdiler. Kızım arkamdan ağlıyordu. Götürmeyin babamı, bırakın babamı diye hem ağlıyor, hem de çığlık atıyordu. Aracın camından kızıma baktım. Oysa ki son görüşümmüş onları. Son kez duydum sesini. Son kez gördüm korku dolu gözlerini.

Beni emniyete getirdiler. Her yer çok kalabalıktı. İçeriye girdiğimde tanıdık simalar gördüm. En yakın arkadaşım Ümit hoca vardı. Beni de onların yanına koydular. Hayırdır hocam, neyle suçlanıyoruz dedim. Ümit hocanın anlattıklarını ağzım açık dinlendim. Yani biz şimdi “silahlı terör örgütünden” mi suçlanıyoruz diye defalarca sordum Ümit Hocaya. Karıncayı bile incitmeye kıyamayan bizler terör örgütüyle suçlanıyorduk. Sonra bir grup görevliler gelip bizi başka bir yere götürdüler. Götürdükleri yer bir bodrum katıydı. Her yer rutubet kokuyordu. Toplam yirmi beş kişiydik. Kuru betondan başka bir şey yoktu. Sonra görevliler gitti; on kişilik yüzü maskeli başkaları girdi içeriye. Coplarla dövmeye başladılar bizi. Bizlere küfürler, hakaretler ediyorlardı. Hayatımızda duymadığımız çirkin küfürleri işitiyorduk. Hakkımızda ifademiz alınmadan ve savunmamızı yapmadan hüküm verilmişti sanki. Sonra iç çamaşırlara kadar soydular bizi. Utanıyorduk, kimse kimsenin yüzüne bakamıyordu. İtirazlarımız nafileydi. Çaresizliğin dibini orada; o rutubetli odada ilk defa görmüştüm.

Hayatım boyunca da unutmadım ve unutamadım da. Kulaklarımı kapatıp yeterin anlatmayın demek istiyordum. Bu nasıl barbarlık aman tanrım diye dakikalarca öfkemden yumruklarımı sıkmışım. Devam etti Mehmet öğretmen; sonra bir hafta 25 kişiye yapmadıkları işkence kalmadı. Ümit Hoca gözlerimin önünde hakka yürüdü. Mekânın cennet olsun dostum diye kulağına fısıldadım. Sonrası malum; sonsuz karanlık. Altı yıl hücrede kaldım. Hapisten çıktıktan sonra da buraya, Fransa’ya yerleştim. Peki kızınız ve eşiniz nasıl öldü? Büyük bir hüzün kapladı bütün benliğini. Sanki onlardan bahsederken başka bir adama bürünüyordu. Çenesinden akan yaşları elinin tersiyle sildi ve devam etti. Eşim ve biricik kızım ben hapisteyken Meriç nehrinden karşı ülkeye geçmeye çalışırlarken botlarının alabora olması sonucu can vermişler. Kızımın son sözü ne olmuş biliyor musun; baba ne olur kurtar bizi. Ben onların yanında olamadım ama gerçek dünyada kavuşacağız. Bunu sabırsızlıkla bekliyorum.

Şaşkındım, Mehmet öğretmenin böyle bir hayat hikayesi çok acı ve talihsizlikti. Gözlerim doldu bir şekilde, Mehmet öğretmeni parkın çıkışına kadar eşlik ettim. Giderken elini omzuma koydu. Umarım hiç bir zaman adalet aramak zorunda kalmasın evlat acısı. Çünkü, Mehmet öğretmen adaletsizce yargılanmış bedelini çok ağır ödemişti.

Mehmet öğretmenle bir daha bu parkta hiç karşılaşmadım. Defalarca geldim belki gelir diye fakat hiç ama hiç gelmedi. Sırra kalem basmıştı adeta. Yine bir gün öğleden sonra vaktiydi. Elimde not defterime bir şeyler yazarken bir çocuk yanıma yaklaştı. Söyle küçük dedim elime bir mektup iliştirip bu sizeymiş diye ayrıldı yanımdan. Sağıma, soluma baktım; kimseyi de göremedim. Üzerinde adım yazıyordu. Bay Cooy’a diye. Merak ediyordum kimdendi ki. Mektubu açtım, okumaya başladım. Mektubu okudukça gözlerimdeki hüzün de derinleşiyordu. Bay Cooy, siz hiç hücre köşelerinde çürümeye bırakılmış hayatlara şahit oldunuz mu, ya da işkenceye dayanamayıp gözlerinizi kapadınız mı sonsuzluğa. Ya da duydunuz mu soğuk zindan koridorlarında çocuk çığlıklarını, özgürlüğe susamış bedenlerini sarıp sarmaladınız mı ta içten. Ah çocuklar, ah çocukluğum ellerimden kaybolup gidişin. Ah o gidişin var ya bir daha hiç gelmeyişin. Siz, hiç özgürlüğünüz uğruna kaçarken Meriç’de, suyun dibini boylayıp nefessiz kaldınız mı? Son umudunuz da ellerinizden kaybolup gitti mi? İlim adamlarının, alimlerin, risalelerin, en acısı da Kuran-ı Kerimin yazarlarından ve kaynaklarından dolayı cayır cayır yakıldığını ve göğe yükselen kara dumanlarına hiç şahit oldunuz mu? Her iki cihanda da bunlara şahitlik edeceğime and içiyorum. Siz hiç zorluklarla mücadele edip meslek sahibi olup da sonra bir hiç uğruna kahpece ellerinizden alındı mı? Bir gece ansızın minarede yükselen salaların sesleriyle içiniz ürperdi mi hiç? Yaşayarak biraz daha ölüyor musunuz?

Sevgilerle Mehmet öğretmen yazıyordu. Şaşkındım ve bir o kadar da hüzünlüydüm. Mehmet öğretmenin sabırsızlıkla beklediği kavuşma gerçekleşmişti. Sevgili eşine ve biricik kızına kavuşmuştu artık. Başımı göğe kaldırdım; hoşça kal Mehmet öğretmen, sizi tanıdığıma çok mutlu oldum dedim.<br/> Üç ay sonra Bay Cooy, Mehmet öğretmenin hayat hikayesini dünya barışı için kitaplaştırdı. Daha sonra bu değerli eser Nobel ödülüne layık görüldü. Bayy Cooy, almış olduğu ödülü Mehmet öğretmen için kaldırabildiği kadar kaldırdı yükseklere.

Evet sevgili okurlar; işkencelerin olmadığı, çocukların ölmediği, adaletsizliğin olmadığı, okuyan, sorgulayan ve en önemlisi de dünya barışı için şimdi hep beraber ümit edelim.

logo

Sessizlik, özgürlüğün en büyük düşmanıdır.

Platformlar

Trend RightsKunsthalteMinimierLotus vd MediaAkademiRhythmic Dreams

Copyright © 2025, Vakıf. Tüm hakları saklıdır.