Akşamın serinliği pencere aralığından süzülürken, mutfaktan yayılan çay kokusu odaya dolmuştu bile. Her şey, küçük kızın masum bir sorusuyla başladı:
“Baba… Sence bir aileyi ayakta tutan şey nedir?”
Baba önce sustu. İçinde yılların birikimi, gözlemlediği nice hikâye ve yüreğinde sakladığı nasihatler vardı. Sonra gözlerini kızına çevirdi ve dedi ki:
“Tatlı dil.”
Hayatta haklı olmaktan çok, mutlu olmanın esas olduğunu öğretiyordu babaları.
“Biliyor musunuz,” dedi baba, “bir evde huzur varsa, o ev zengindir. Huzur yoksa, saray da olsa boştur. Ama huzur, kendiliğinden gelmez.
Baba gülümsedi ve devam etti.
“Evladım… Ailede haklı haksız aranmaz. Burası mahkeme değil. Önemli olan şu dört direk yerinde mi: Ahlaklı mıyız, saygılı mıyız, dinliyor muyuz, affediyor muyuz? Bunlar yoksa, haklı olsan ne yazar?”
Dış müdahaleler ne zaman içeri girer biliyor musun? Biz kendi duvarlarımızı içeriden çatlatınca. O yüzden, ne olursa olsun... oturup makul bir zeminde konuşmak gerekir.
Küçük kız, yine o çocuk safiyetiyle sordu:
“Peki baba, biri bize kötülük yaparsa ne yapmalıyız?”
“Daha çok iyilik yaparız,” dedi baba. Kin, kalbi kirletir. Ama iyilikle verilen cevap, insanı hayran bırakır.”
Ve o gece, baba elindeki çaydan bir yudum daha aldı ve bir cümle daha bıraktı o masaya, geleceğe fısıltı gibi:
“Huzuru hiçbir şeye feda etmeyin. Ne haklı olma isteğine, ne gurura, ne başkalarının lafına… Huzur giderse, ev boşalır. Ama huzur kalırsa, ev her zaman yuva olur.”